Bu sınırlı ve sonluluğu içinde dahi kendini ölümsüz, engelsiz hissetme yeteneği vardır. Bu gizemli çelişki ile de belki, ırkının ulaştığı modern döneme sahiptir...
Esaret duygusunun deneyimlenmeden anlaşılamayacak bir duygu olduğunu düşünürüm. Duyguları taklit edebiliriz, empati kurabiliriz, ancak esaret bambaşka olmalı...
V.Van Gogh hiç hapishane deneyimi yaşamamış biridir. 1890 yılında yaptığı yandaki The Prison Courtyard, tablosuna yeni rastladım, ve esaret deneyimini hiç yaşamamış kendisinin yaratıcılığına - bu açıdan da- hayranlık duydum. Derken, biraz daha araştırınca, tabloyu Fransız ressam Gustave Dore'nin 1872 tarihli "Newgate Prison" gravüründen hareketle yapmış olduğunu öğrendim. Yine de fark etmiyordu benim için. Resmin yeni hali nasıl da anlatıyordu; karşınıza çıkan duvarları, ayağınızı attığınızda takıldığınız engelleri, dönüp duruşunuzu, kuyruğunu kendinden başka bir parça sanan kediler gibi. Tek ulaşabileceğiniz boşluk gökyüzü gibidir, o da zaten ulaşılmazdır, o yüzden gök yüzündedir.
Beni etkileyen bir diğer ayrıntı; hapishane avlusunun köşeli değil yuvarlak oluşu. Kısırdöngü duygusunun verilebilmesi için daha mükemmel bir ayrıntı olamaz gibi...
Hal böyle olunca anlıyordunuz ki, Van Gogh' un duvarları dışarıda değil içeride idi. Ve bu en kötüsüydü bir insan için...
Bu tabloyu yaptıktan bir süre sonra, aynı yıl, 37 yaşında göğsüne silahı dayayarak intihar ediyor.
Tabloda da 37 kişinin olmasının bir ilişkisi var mı kararı ile bilemiyorum, ama sanki var gibi.

İçimizdeki duvarlar.
Kendi yarattığımız,
gün be gün tuğla koyduğumuz duvarlarımız...
Kapılarımız açılmıyordur; belki önünde değil arkasında duruyoruzdur.
Ahh! Ne korkunçtur, kendi gölgemizin dışına sıçrayamayışımızın ıstırabı...
İlk defa gördüm bu tabloyu. İlginç bir durum.
YanıtlaSilMerhaba Şenay,
YanıtlaSilBence de ilginç.
Teşekkür ederim.